Ürdün: Doğunun Tarih Kokan Topraklarına Yolculuk
Ürdün son dönemde turizm açısından en parlak dönemlerinden birini yaşıyor. Bu popülerliğe, 2007 yılında dünyanın 7 harikasından biri olarak kabul edilen Petra Antik Kenti’nin ve Matt Damon’un Wadi Rum’da çelilen Marslı filminin katkısı çok büyük. Mumya ve Transformers filmleri ise yıldızı parlayan Petra’ya olan ilginin daha da artmasını sağladı. Sosyal medya ve gezginler tarafından paylaşılan binlerce güzel fotoğraf Ürdün’ü gezilecek yerler listesinde üst sıralara taşıdı. Peki gerçekten bu kadar etkileyici bir ülke mi? Ürdün’de geçirdiğim beş günün ardından cevabım kesinlikle evet. Özellikle Petra ve Wadi Rum kesinlike gidilecek yerler listenizin en başında olmayı hak eden özgünlükte ve güzellikte yerler.
Ürdün’e gitmeden önce bilmeniz gerekenler yazımda ülke hakkında ulaşım, iklim, güvenlik gibi konularda genel bilgiler verdim. Okumak için buraya tıklayın.
Kum Fırtınası
Kızıl topraklara olan yolculuğumuzun hikayesi seyahat günümüz gelmeden birkaç gün önce başladı. Pegasus uçuşa iki gün kala sabah çok erkenden Ankara’dan kalkacak uçağımızın saatini öğlen olarak değiştirdi. Bizim için çok keyifsiz bir durum oldu çünkü gün içerisinde Amman’ı ve Jerash’ı gezip akşam üzeri Ölü Deniz’e uğrayacaktık. Sonrasında da gece Petra’ya doğru devam edecektik. Planlarımızı değiştirip Amman’dan direk ölü deniz’e gitmeye karar verdik fakat uçak 1 saat daha rötarlı kalktı. Amman hava sahasına girdiğimiz anda ise gök yüzünü kızıl bulutlar kapladı. Alçalmaya başlandı anonsu yapılmasına rağmen içimde tuhaf huzursuzluk vardı. Sonra bir anda toz bulutunun içinde kaldık. Uçağın penceresinden dışarıya baktığımda artık ne bulutları nede sapsarı Amman’ı artık göremiyordum. Sonra uçak bir anda geri yükselmeye başladı ve yeni bir anons yapıldı. “Kum fırtınasından dolayı iniş yapılamamaktadır.”
Tam bir saat Ammanın etrafında kum fırtınasının dağılmasını bekleyerek dönüp durduk. Mustafa’yla canımız sıkılmıştı. Bir günümüzün boşa gideceğini kabullenmiş yine de kızlarımızla Ürdün’e gidiyor olmaktan dolayı duyduğumuz heyecanı kaybetmemiştik. Yavaş yavaş Amman’nın üzerinde dağılan kum fırtınasını izlerken camdan, bir anda bir gök kuşağı belirdi kızıl toz bulutunun arasından. Sanki bir masal kitabının resimli bir sayfasındaydım. “Mina, Ela.. Bak gök kuşağı çıktı. Sihirli bir şeyler oluyor, her şey çok güzel olacak” dedim. Ağzımdan kontrolsüzce çıkan bu cümleye önce kendim inandım. “Herşey olması gerektiği gibi olur, demek ki bunda da vardır bir hayır.” diyerek saat iki gibi Amman’a sağ sağlim iniş yaptık.
Ölü Deniz (Lut Gölü)
Jerash’ı bir başka seyahate erteleyip kiraladığımız araca binip dünyanın en alçak noktası olmasıyla ünlü (deniz seviyesinin 400 m altında) Ölü Deniz’e doğru yola çıktık. Gölün diğer tarafı İsrail sınırı. Çok tuzlu olduğu için hiçbir canlı yaşamıyor. %30 tuz oranı ile dünyanın en tuzlu üçüncü gölü. Hatta kameralar bile tuzun yoğunluğundan dolayı yüzeye kadar inip çekim yapamıyor. Bu nedenle de halen birçok bilinmezlik bu şifalı gölü gizemli kılmaya devam ediyor. Potasyum deposu olduğu için stres, romatizma ve sedefe iyi geldiği söyleniyor. Tuz yoğunluğu yüzünden yüzemiyorsunuz veya isteseniz de batamıyorsunuz. Suya girdiğinizde yüzmeye çalışmamanız gerekiyor, yoksa tuzdan gözünüz yanabilir. Sadece kendinizi bırakıp hareket etmeden durmanız gerekiyor. Gölün içinde kitap okurken çekilmiş bir fotoğrafınız yoksa da buraya gelmiş bir turist sayılmazsınız. İnce uzun bir göl olan Lut’un kıyısında çok sayıda otel ve birkaç tane ücret ödeyerek girebileceğiniz plaj ve tesis var. Eğer otelde kalıyorsanız plajlarını kullanabiliyorsunuz, kalmıyorsanız da ya özel tesislere ya da halk plajına gitmeniz gerekiyor. Amman Beach’i tavsiye edebilirim.
Biz otelde kalmayacağız için önceden gözüme kestirdiğim bir tesise doğru yola çıktık. Kuzeyden güneye epey bir kilometre giden gölün etrafındaki yerlerden nedense Ma’in Hot Springs’i geçtikten sonraki ilk plaja gitmeye karar vermiştik. Göle yaklaştıkça asfalt yollarda ıslaklıklar ve çamurlar görmeye başladık. Hava Ekim sıcaklıklarının üzerinde, 30 derece civarındaydı ama puslu ve kapalıydı. Etrafta kimsecikler yoktu. Terk edilmiş gibiydi hatta. Seçtiğimiz plaja gittiğimizde ne girişte ne de içeride kimsecikler yoktu. Arabayı park edip göle doğru yürümeye başladık. En azından yerinde anlatırız diye düşünüyorduk tuz gölünü çocuklarımıza. Epey bir çamur vardı etrafta.
Sonra arkadan bir ses bize doğru bağırmaya başladı. Bir adam hiçbir şeyden habersiz sahilde duran bizi görüp çıldırmış bir vaziyette yanımıza koştu. Nasıl bir panik vardı hareketlerinde anlatamam. Ürdünlü olduğu belliydi. İngilizce “Kaçın Kaçın, su geliyor.” diye bağırmaya başladı. “Ne suyu?” dedim içimden. “Yağmur yağsa ne olacak?!”. Biz devam ettik göle yürümeye. Adam ısrarla bağırmaya devam etti. “Suya girmeyeceğiz sadece elimizi sokacağız merak etmeyin dedim.” Eliyle dizlerine vurmaya başladı. Arkadaki tepeleri göstererek, “su oradan geliyor” dedi. “Çocuklar öldü, küçücük çocuklar.” O anda ne demek istediğini tam anlamasak da onu dinlememiz gerektiğini anladık. Hemen arabanın yanına çıktık ve nefes nefese kalan adamı dinlemeye başladık. Türk olduğumuzu anlayınca oğlunun Boğaziçi Üniversitesi’nde okuduğunu söyledi. Biraz daha sakinleştiği için anlatmaya devam etti. "Yarım saat önce su taşkını oldu. Her şeyi alıp götürdü” diyerek korku ve endişe dolu gözlerini yere devirip sigarasından derin bir nefes çekerek devam etti. “Bir anda oldu. Bebekleri aldı götürdü.”
Arabaya atlayıp Petra’ya doğru devam etmeye karar verdik. Bir anda havada çok sayıda helikopter belirdi. Sonra ambulans, polis arabaları ve çok sayıda siren sesi. Birkaç dakika sonra polis çevirmesi bizi durdurdu. Yolun kapandığını ve geçemeyeceğimizi söyledi. Geri döndük. Sonra yolun kenarındaki kalabalığı görüp durduk. Zaten polis yine kapatmıştı yolları. Kızlara panik yaşatmamak için hiçbir şey hissettirmiyorduk fakat artık ciddi anlamda endişelenmeye başlamıştık. Yamacın yanındaki kalabalığın arkasından ilerleyerek ne olduğunu görmeye çalıştım. Ve ne yazık ki o manzarayla karşılaştım. Cesetler ve taşınan ceset torbaları.
Meğer bizden az önce Ma’in Kaynak sularının olduğu yere şiddetli ve ani bir su taşkını olmuş. Kimse daha ne olduğununu anlamadan piknik yapan çocukları, o sırada oradan geçen otobüsü, ve sahildeki herkesi alıp götürmüş. Tam da bizim göle gireceğimiz yerde. Uçak saatimiz değişmeseymiş, o toz bulutu olmasaymış Ölü Deniz’de olmayı planladığımız yerde.
Bu hikayeyi özellikle yazmak istedim, çünkü seyahat dediğiniz şey sadece biryere aldığınız biletler, müzeler ve otellerden ibaret değil. Hiç bir yolculuğa yüzeysel bakamayan bir gezgin olarak bu tarz deneyimlerin o coğrafyalar hakkında “gezilecek yerler listesinden" çok daha fazla şey anlattığına inanıyorum.
Özetleyecek olursak:
Ürdün’de su taşkınları yüzyıllardır süren bir sorun. Bizden bir hafta sonra da Petra antik kenti sel nedeniyle kapatıldı. Felaketler önceden kestirilemez olsa da iklime bağlı olanlardan önlem alınarak korunulabilir. Ekim,Kasım en riskli dönemmiş. İlkbahar ayları ise gayet güvenli, aklınızda bulunsun.
- Ürdün’lüler yardımsever ve sıcakkanlı insanlar. Türkleri de ayrıca çok seviyorlar.
- Felaket anında hemen yardıma gelen İsrail helikopterlerinden anlaşılacağı gibi iki ülkenin ilişkileri gayet iyi.
- Olağanüstü bir durumda güvenlik önlemleri iyi.
- Beklenmedik ya da istenmeyen bir olay olduğunda üzülmeyin. İyi ki kontrolümüzün dışında bir güç var ve bizim için kader denilen bir motif işliyor..
İnanın “O” herşeyi bizden iyi biliyor..
Petra
Gezimizin en keyifli günleri akşam Petra’ya vardığımızda başlamış oldu. İlk gece olayın şokunu üzerimizden atamamış olsak da ertesi sabah güneşli bir güne uyanınca yeniden büyük bir heyecan sardı içimizi. “Konaklama, ulaşım, yeme-içme, gezilecek yerler” konularını Petra Gezi Rehberinde ayrıca yazdım. Okumak için buraya tıklayın.
Sabah antik kente yürüyüş mesafesinde olan otelimizden ayrılıp ilk olarak Petra biletlerinin satıldığı turizm ofisine gittik. Burayı kime sorsanız söyler, zaten şehirdeki tüm turistler bu antik kent için geliyor.
Ürdün ne yazık ki pahalı bir ülke. “Ürdün’e Gitmeden Önce Bilmeniz Gerekenler” yazımda bahsetmiştim. Petra giriş bileti ise Ürdün standartlarına göre de yüksek kalıyor. Bir günlük giriş bileti 50 JOD, iki günlük ise 55 JOD. Bu kadar parayı vermişken tabiki 2 günlük bilet aldık. Küçük kızlarımızla yürüyeceğimiz için de tek günde heryeri gezmeye çalışmanın zor olacağını düşünmüştük. Çok doğru bir karar vermişiz çünkü Petra hakkını vermek istiyorsanız bence tek günde gezilebilecek bir yer değil. Mesafeler çok uzun. Yürümek dışında iki seçeceğiniz var: eşeğe ya da faytona binmek. Bedevilerin değimiyle “Petra Ferrarisi ve taksisine”. Ertesi sabah daha kimsecikler yokken gidip fotoğraf çekmeyi akımıza koyduğumuz için ilk günü ön keşif ve Petra tarihini araştırmaya ayırdık.
Ailelere not:
Kızlarımın Ürdün gezisindeki yürüyüş performanslarından bahsetmeden geçemeyeceğim. 8 ve 5 yaşlarında olmalarına rağmen bizimle beraber saatlerce yürüdüler. Muhtemelen kendilerini bir film setinde ya da masalda hissettiler. Özellikle çocuklu aileler için not düşmek istiyorum. Bu tarz konular çocuğun yapısı ve alışkanlıklarıyla alakalı. Eğer çocuğunuz çabuk yoruluyorsa mutlaka puset getirin ve tırmanış gerektiren yerleri pas geçin.
İçeride 1 adet restaurant ve birkaç tane de içecek molası verebileceğiniz büfe tarzı kafe var. Her 1 kilometrede tuvalet olduğu için bu konuda da sıkıntı yaşamazsınız. Şapka, güneş kremi, ıslak mendil, anti septik solüsyon, su matarası, terleyebilecekleri için yedek kıyafet bulundurmakta fayda var.:))
Petra sabah 9 gibi kalabalıklaşmaya başlıyor. Çok büyük bir alan olduğu için eğer iyi kareler yakalamak gibi bir derdiniz yoksa sizi rahatsız etmeyecektir.
Petra Antik Kentini Gezerken
Bilet gişesinden geçtikten sonra yaklaşık yarım saat yürüyerek “Siq” olarak bilinen kanyona varıyorsunuz. Bu kanyoda yine yaklaşık 45 dakika yürüyünce o meşhur “Treasury” yani “hazine” binası karşınıza çıkıyor. İtiraf edeyim, kanyonun bittiğini farkedip hazine binası görmeye başladığım an kalbim güm güm atmaya başladı. Fotoğraflarda görüldüğünden çok daha etkileyici ve heybetli bir yapı. Tam öğle saati olduğu içine de önü tıklım tıklımdı. Uzun uzun etrafı inceledik, köşedeki kafede kendimize bir kahve söyleyip oturarak dinlendik. Sonra antik şehrin diğer bölümlerini gezerek Crown Plaza tarafından işletilen The Basin Restaurant’ta öğle yemeği yedik. Sadece açık büfe servis eden mekan 12:00 ve 16:00 arası açık. Kişi başı fiyatı 16 JOD ve çocuklardan ücret almıyorlar.
Çok koşturmadığımız ve sık sık mola verdiğimiz için, uzaklığından dolayı Petra’nın en en sakin bölümü olan “Manastır”a (Monastry) bugün gitmeye karar verdik. Burada güneşi batırıp ertesi sabah da güne doğumunu Hazine manzaralı bir tepede izleyecektik. Gidiş yolu yaklaşık 1-1.5 saat sürüyor ve çokça merdiven var. Yol çok dik olmadığı için ve sıkça mola verilebilecek yer olduğu biz eğlene eğlene hiç sıkılmadan Manastır’a vardık. O varış anımızın videosunu Instagram hikayelerimde paylaşmıştım. Hatta öne çıkanlara da sabitledim. Kızlar o kadar komikti ki, onları izlemekten birkaç dakika etrafa bile bakamadım. Zorlu etabı tamamlayarak büyük ödüle hak kazanan Özcan ailesi ve galibiyet sevinci :))
Gün batımında güneş tam da Manastır binasının üzerine vurduğu için harika bir manzaraya bekliyordu bizi. Burada da mola verebileceğiniz ve yine Bedeviler’in işlettiği bir kafe var. Kafe diyorsam öyle çok fazla şey beklemeyin tabi. Su, soğuk içecek, çay ve kahve içebileceğiniz bir çay bahçesi.
Biraz daha ilerleyip “the best view in the world” (dünyaki en iyi manzara) tabelasının oklarını takip edip Manastırı yukarıdan gören Bedevi çadırına doğru 5 dakika daha tırmandık. Ve evet, gerçekten inanılmaz güzel bir manzara bizi bekliyordu.
Biraz da Bedevilerden bahsedeyim. Eskiden bu topraklarda kayaların ve mağaraların içinde yaşıyorlarmuş. Antik kentin keşfinden sonra buradan çıkarılarak onlar için inşa edilen köye yerleştirilmişler. Şu anda Petra’da yaşamasalar da çalışıyorlar. Sürekli yanınıza gelip size bişeyler satmaya çalışacaklar. Net bir şekilde hayır derseniz ve de Türk olduğunuzu anlatacak bir iki kelime kullanırsanız çok fazla diretmiyorlar. Görünüşleri sayesinde onları hemen farkedersiniz. Ya Johnny Deep Karayip Korsanlarındaki Jack Sparrow karakterini yaratırken Bedevilerden ilham aldı, ya da Bedeviler ondan ilham aldı. Tıpkısının aynısını görürseniz şaşırmayın.
Petra giriş için kapılarını 16:00 gibi kapatıyor ama çıkış ile ilgili net bir limit yok. Bu bilgiyi de hava karardıktan sonra çıkmak zorunda kaldığımız için öğrenmiş bulunduk. Manastır’dan ayrıldığımızda saat 17:00 civarındaydı. Dönüş yolunun hiç durmadan yürüyerek 2 saat süreceğini bildiğimiz için Bedevileri at ile götürme teklifini kabul ettik. Bir at ve 1 eşşek ile yarım saat içinde Hazinenin önünde olduk. Kızlar çok eğlendi ama açıkçası ben biraz ürktüm. Bu kadar geç olmasa yürüyerek dönmeyi tercih ederdim ama hava kararmaya başladığı için Bedevilerle çıkış yolunu bulmak daha güvenli ve kolay geldi.
Akşam yemeğimizi Al Wadi Restaurant’da yedikten sonra erken uyuyup ertesi sabah 7 de yeniden Petra’nın kapısında olduk. Kızlar 8 gibi uyudukları için sabah da çok kolay kalktılar. Ekim sonu olduğu için hava hala alacakaranlıktı. Normalde giriş bölümünden kanyonun başladığı yere kadar ata binmek bilet fiyatına dahil. Fakat sizden en az 5-10 doları bahşiş bekliyorlar. O yüzden ücretsiz sanmayın. :)) Sabah daha atçı Bedeviler bile henüz gelmemişti. Bizden başka tabiki bir iki Asyalı turist ve bir iki grup fotoğrafçı ekibi vardı. “Kayıp şehir” olarak da bilinen bu antik şehri sabahın köründe bu kadar ıssız bir Nebatiler, bir Bedeviler bir de bizim gibi maceracılar görmüştür. Gerçekten çok komik ve unutulmayacak bir sabahtı..
Hazine’yi tepen gören manzara noktasına çıktığımızda saat 8.30 olmuştu. Aşağıda yavaş yavaş beliren kalabalığı izleyerek Bedevi çadırında çay molası verdik. Sonra küçük bir Bedevi çocuğu rehber tutup “High Place” olarak bilinen ve antik kenti tepen gören yürüyüş rotasını talip ettik. Bunun için pazarlıkla 10 jod ödedik. Sonra “Tombs” yani kral mezarlarının olduğu yerden geri inip öğlen içerideki heryeri gezmiş olarak antik kentten ayrıldık. Turist Ofisinin hemen yanındaki Petra Guest House Hotel’in içindeki Cave restaurantta yemek yedikten sonra güneşin batışını izlemek için Kral yolunun üzerindeki bir manzara noktasına gittik. Burası hem Kanyonu ve Petra’yı tepeden görüyordu hem de bir çocuk parkı vardı. Petra Marriott Otel’in biraz ilerisinde kalıyor. Ertesi sabah otelden çıkış yapıp Wadi Rum Çölü’ne doğru arabayla devam ettik.
Wadi Rum
Biz buraya tek kelimeyle bayıldık. Wadi Rum kesinlikle çocukların en çok eğlendiği yerlerden biri oldu. Çöl fikri zaten başlı başına çok eğlenceli bir fikirken bir de çöl de safari yapmak bu tatili hem onlar hem de bizim için unutulmaz kıldı. Burayı da Petra gibi ayrı bir yazıyla anlattım. Okumak için buraya tıklayabilirsiniz.
Wadi Rum’daki konaklamamızı şu şekilde özetleyebilirim. “Çölde balon otelde yıldızların altında bir gece.” Gerçekten de unutulmaz iki gün geçirdik bu kızıl gezegende. Gezegen diyorum sizi dünyanın dışında bir yerde hissettiren çok enteresan bir coğrafyası var. Marslı filminin burada çekilmiş olmasına şaşmamalı. Azıcık hayal gücü yardımıyla kendinizi başka bir alemde hissedebilirsiniz.
Konaklayacağımız Wadi Luxury Bubble Hotel ile önceden telefonda konuşarak geliş saatimize göre Wadi Rum Village’in önünde bir buluşma ayarladık. Bu arada yol üzerinde Hicaz demiryollarından kalma çok otantik bir tren var. Geçerken durup bir anı fotoğrafı çektirebilirsiniz. Arabayı buradaki ücretsiz otoparka bırakıp otelin safari aracıyla kamp alanına doğru devam ettik. Rüzgar tatlı tatlı estiği ve aracın üzerinde tente olduğu için çok keyifli bir yolculuk oldu. Dünyada eşi benzeri olmayan kaya oluşumları, kıpkırmızı çöl kumu ve masmavi gök yüzü. Kesinlikle çok heyecan vericiydi.
Biraz çadırlarımızda dinlendikten sonra hemen otelin aracıyla safariye başladık. Eğer Vistor Center’daki turlarla anlaşırsanız biraz daha ucuza getirebilirsiniz bu turu. Biz zaman kaybetmemek adına başka bir arayışa girmedik ve güneşin batışını da istediğimiz bir yerde piknik yaparak izleyebilmiş olduk. Ortalama kişi başı yetişkin fiyatı 35 JOD, küçük çocuklar ise ücretsiz.
Ertesi gün öğlen otelden çıkıp akşam kalkacak Amman uçağımıza yetişmek için yola koyulduk. Ana yollar asfalt olduğu için ulaşım arabayla Ürdün içinde gayet sorunsuz.
Kum fırtınası ile merhaba dediğimiz Ürdün’e hayallerimizi süsleyen bir yolculuğu daha yapmış olmanın mutluluğu ile veda ettik!