Kıskançlık ve Hasetlik: Sosyal Medya ile Altın Çağında
Mesnevi de şöyle yazar: “Nefsin ve akranına haset etme. Zira haset, kötü işlerin en kötüsüdür. Kusur ve ayıbın mayası hasettir. Şüphesiz o her şeyde zehirlidir.” “Kıskançlık; bütün kusurların mayası, en kötü huydur.”
Size ne hissettirdi bu dizeler? Tanıdık geldi mi? Tahminimce hayatınızın önemli bir döneminde ya da en azından bir döneminde haset ve kıskançlıktan nasibinizi aldınız. Bu çok normal çünkü insanın mayasında vardır husumet. Karanlık bir taraf yaşar insanın içinde. İyi ve kötü beraberdir. Kimse saf ve kimse simsiyah değildir. Önce bunu kabullenip insan olduğunu hatırlamak gerek. Yaşamanın maksadı iyi olanı beslemek kötü olanı aç bırakmaktır. Hangisini doyurursanız onu büyütürsünüz içinizde. Bir süre sonra renginiz de ışığınız da değişir. Parıldarsınız ya da kararırsınız. Etrafınıza saçtığınız ışık başkalarından çok sizin yolunuzu aydınlatır. Kendi içinde bir adaleti vardır bu döngünün. İyilik de kötülük de kendi suretinde karşılık bulur. İnce bir çizgi ile çizilen benlik sınırının hemen dışında kalan herşey dış dünyadır. En yakındakilerden en uzaktakilere iletişim içinde olduğunuz herkes etkilenir yaydığınız enerjiden. Diğerlerine olan sorumluluk bu çizginin ötesinde başlar. Kıskançlık ve hasetlik bu sınırın ötesindeki kötülüğün en büyük kaynağıdır.
İnsanlık tarihi kadar eski bir duygu olsa da dijital dünyanın hayatımıza girmesiyle bence altın çağlarını yaşıyor bu iki duygu. Sosyal medya ve internet sayesinde ailemiz, komşularımız, arkadaşlarımız veya meslektaşlarımızdan oluşan çevremiz binlerce tanımadığımız hayatla kontrolsüz bir biçimde genişledi. Her gün akıllı telefonlarımızla başka evleri, yaşamları ve insanları izliyoruz. Bunu bilinçli olarak da yapmıyoruz çünkü değişim bizim kontrolümüzün dışında. Sınırların kalktığı yeni dünyada kendi çitini koyabilmek evinin önünden geçen insanları engelleyebilmeye yetmiyor. Kıyıya vuran dalgaları kürekle geri püskürtmek ne kadar anlamlıysa insanın bu değişimi engellemeye çalışması da o kadar anlamlı.
Bu şiddetteki çokluk içinde insanın kendi benliğinden uzaklaşması doğal bir sonuç gibi duruyor. O zaman yapılacak en doğru şey dünyayı değil belki ama "dünyaya bakış açımızı" değiştirmek olabilir. İnsanın bir evrimleşme hızı var. Her zaman da oldu. Teknolojik değişimlere bireyler ve toplumlar evrilerek uyum sağladılar. Ateşe, yerleşik yaşama, sanayi devrimine adapte olabilmemiz uzun yıllar alırken, internete birkaç yıl içinde uyum sağladığımızı sandık. Bilgisayarlara ve cep telefonlarına sahip olarak, emailler atıp, dünyanın öbür ucu ile görüntülü konuşarak herşeyin üstesinden geldiğimize inandık. Bütün bu değişimin ruh dünyamıza etkilerini göz ardı ederek. Ruh dünyamız zihnimiz çok gerisinde kaldı. Duygularımızı ve inançlarımızı “gönül” istasyonda bırakıp düşüncelerimizi kara bir trenle “istek” istasyonuna yolladık. Arkasından el sallayıp geleceğin isteklerimiz tarafından şekilleneceğini sandık. Depresyon ilaçlarındaki artışa, intiharlara, boşanmalara ve katlanan mutsuzluğumuza bakacak olursak sanırım hepimiz çok yanıldık.
Haset ve kıskançlık kavramları toplumda sık sık karıştırılan iki kavramdır. "Başkasında olanı isteme, imrenme, başkasının sahip olduğunun kendisinde de olmasını istemektir" haset etmek. Farklı farklı şekillerde olabilir. Başkasında olanı kendinde de isteme ama başkasının sahip olmasından da rahatsızlık duymama. Ben bu duygunun insanın yaradılışında olduğuna inanıyorum. Yazının başında bahsettiğim karanlık bir tarafımız var bizim. Ve o taraf her insanın yaradan tarafından nasiplendirildiğini unutuyor. Güzelliklerin ilahi bir nedenle O’nun tarafından dağıtıldığını, herşeyin ve her kısmetin bir bedeli ve sorumluluğu olduğunu görmek istemiyor. Bu duygu iyi niyetli ve çalışkan insanlar tarafında yaşandığında toplumsal olarak üretkenlik seviyesi artıyor. Daha iyi açıklamak için bir örnek vereyim.
Bir meslektaşınızı düşünün. Daha siz yolun başındayken işinde üst sıralara çıkabilmiş başarılı bir insan. Onun yaptığı işe bakıp hayranlık duyabilirisiniz. Başarı hikayesini örnek alıp hayalini kurduğunuz iş uğruna çok çalışabilirsiniz. Takdir vardır bu hasetliğin altında. Onun kaybetmesini, zarar görmesini istemezsiniz. Taklit etmezsiniz ama size çok büyük bir motivasyon sağlar. Yarışma veya rekabet yoktur bu duygunun arkasında. Zaten amaç birini geçmek değil kendini gerçekleştirmektir.
Bir başka haset daha var ki en çok o çıkar karşımıza. Başkasının elinden almak istemek. Onun sahip olduğunu elde edip, onun yok olmasını dilemek. Açgözlülük ve cehaletle beslenir. Böyle durumlarda dikkat edin aslında haset eden kişinin arzu edilen konuyu çok istediği falan yoktur. O sadece diğeri sahip olmasın ister.
Bu toplumlar üretemez ve gelişemez. Kendini yükselterek başarma çabası yerine karşısındaki düşürerek alçaltmak ister.
Kıskançlık ise kişinin bir şeye sahip olması ancak onu bir başka kişiye kaptırma korkusudur. Yerini, mevkini, sevdiğini kaybetmekten dolayı ortaya çıkan duygudur. Başkasının kendinden daha iyi olmasını hazmedememedir. Bir davranış bozukluğu olarak tanımlanır. Özgüven eksikliği, depresyon, kaygı bozukluğu gibi problemlerle birlikte seyredebilir.
Haset ve kıskançlığın sosyal medya ve dijitalleşme ile altın çağını yaşadığını söylemiştim. Böyle düşünmemin nedeni yeni medya araçlarının “başkasında olanı bilme durumunu” yaratması. Artık eskisinde çok daha fazla görüyoruz ve biliyoruz. Haseti dışa vurabilme olanaklarımız ise bir klavyenin ucunda. Kötülemek ve aşağıya çekmek o kadar kolay ki. Dilediğimiz kişiye kimliğimizi bile açıklamadan ulaşabiliyoruz.
Kıskançlık ile ilgili bir başka konu daha var bahsetmek istediğim. Bu defa tam tersine işleyen bir durum söz konusu. Toplumda göz önünde olup eleştiriler karşısında kıskanıldığını söyleyen çok sayıda insana rastlıyorum son dönemde. Bunların çokça bir kısmının eleştirilmeye dayanamayan narsist kişilikler olduğunu düşünüyorum. Narsisizm en basit anlamıyla kişinin tamamen kendi ihtiyaç ve isteklerine odaklı olması demektir. Bu kişiler Freud’un yansıtma kavramında anlattığı gibi, istenmeyen düşünce ve davranışlarını başka kişilere yansıtarak gizlemeye çalışıyor. Sürekli olarak kıskanıldıklarını söylemek psikolojik savunma mekanizmaları. Bu durum yine sosyal medya da sıkça tartışmalara ve toplumsal ahlakın sarsılmasına neden oluyor.
Gelelim haset ve kıskançlığın nedenlerine. Uzmanlar her iki duygunun da erken çocukluk dönemlerinde başladığını söylüyor. İçimizde doğuştan var olan bu isteme ve imrenme hali zaman içerisinde aileden yeterince doyum alamayan çocuklarda katlanarak artıyor. Özellikle anneden yeterince sevgi ve ilgi alamayan çocuk büyüdükçe şükran ve minnetin yerine haset geliştiriyor. Doyurulmayan kalbini başkasının olana sahip olarak doyurmaya çalışıyor. Yani herşey yine çocuklukta filizleniyor.
Yıl 2018. Binlerce yıldır sayısız kitap yazıldı, icatlar bulundu, resimler yapıldı, paralar kazanıldı, şarkılar söylendi, ülkeler kuruldu, ülkeler yıkıldı. Gidilmedik yer, görülmedik gökyüzü kalmadı.
Milyonlarca güzel insan geldi bu dünyaya. Milyonlarcası da ne güzelliği ne de güzele olan hasreti bitmeden veda etti ve gitti. Ömür dediğin 100 yılı geçemedi. Diyeceğim o ki hep daha iyisi olacak. Dahanın peşinden koştukça o senden kaçacak. Asla sahip olamayacağın şeydir çünkü “daha”. Arkasından sonsuz bir istek gelir. Başkasındaki dahaları bırakıp kendi ömründen bir hayal yarat. Çünkü hayaline ulaşmanı sağlayan isteklerin değil, gönlünde yatanlar olacak. Çok geç olmadan bin trene ve dön kendine.
Mevlana’nın dediği gibi. “Bir yer var. İyiliğin ve kötülüğün ötesinde. Seninle orada buluşacağız.”
Canım arkadaşım gurur duyuyorum seninle
Canım arkadaşım çok teşekkür ederim :)