Bir Çöl Hikayesi : Güneş Battı ve Aşıklar Kavuştular

“HERKES YOKLUKTAN KORKAR. İŞTE BÜTÜN ALEM BU YÜZDEN YOL SAPITMIŞTIR. HALBUKi YOKLUK ASIL SIĞINILACAK YERDiR.”
MEVLANA
Şimdi size anlatacağım hikaye Liwa çölünün tam ortasında ‘hiçlik’ ile ‘sonsuzluk’ arasında geçiyor. Birbirlerine çok hasret iki aşık onlar. O ilk kum tanesi var olduğundan beri yeryüzünde birbirlerini arar ama kavuşamazlar.
Hiçlik pek sevilmez, yalnızdır. Aslında her yerdedir de gözle görünmeyen, sesi duyulmayandır. Yokluktur, var olmama durumudur. Kalbin içindeki boşluktur o. Can’a ferahlık, Canan’a huzur verir. Varlığı yok etmek hiçliği var etmektir. Hiç’i arayan sonsuzu bulur. Hiç’in zıttı ‘hep’ tir.
Sonsuzluk ise çok sevilir, kime sorsan bu dünyada hep onu sorar hep onu arar. Hiçbir yerde ne görülür, ne duyulur. Sonu ve sınırı olmayandır. Boşluktan sonrasıdır o. Can’a cesaret, Canan’a umut verir. Hem nefiste, hem gönüldedir. Bir tarafı ışık bir tarafı karanlıktır onun.
Sonsuzluğun zıttı ‘son’dur.
Çok güzel başlamıştı 2017. Hani bazı yıllar vardır da tüm şansı ve bereketi sanki üzerinize yağdırır. İşte o kadar özeldi bizim için. Tüm yıl da öyle büyülü devam etti.
Mustafa’yla çocukların biraz büyümesini fırsat bilip baş başa seyahat etmenin tadını çıkarıyorduk. Nede olsa dünyayı keşfetmek en sevdiğimiz oyundu bizim. Gittiğimiz her yoldan yeni hayaller yeni deneyimlerle dönüyorduk. Uzak ya da yakın olması farketmeksiniz ruhumuza pencereler açıyorduk. Biz birbirimize her defasında yeniden aşık oluyorduk. İşte bu nedendir ki Abu Dhabi’de o gün batımında bu kadar büyülü bir şey yaşamış olmama halen çok şaşırıyorum. Herşey çoktu ve herşey tamdı. Bali’nin yemyeşil ormanlarının, Meksika’nın masmavi sularının, Miami’nin bitmeyen eğlencesinin hemen ardındandı. Hayat hızlı ama bir o kadar dolu dolu akıyordu. Eksiksizdi ve ben hiçbir şey aramıyordum.
Dubai seyahatimizi son dakika verdiğimiz bir kararla birkaç gün daha uzatıp Abu Dhabi yakınlarındaki Liwa Çölünde bir otelde kalmaya karar verdik. Daha önce birkaç kere Dubai’de çöl safarisine katılmış olsak da hiç bu kadar ıssız bir yerde konaklamamıştık. O yüzden çok daha farklı bir deneyim olacaktı bizim için.
Araba kiralayıp Dubai’den çöle doğru yola çıktık. Şehir ve medeniyet yavaş yavaş kum bulutlarının arkasından kaybolmaya başlamıştı. Bir süre sonra navigasyonu takip ederek bir sapaktan sola döndük ve taş bir kapıdan geçerek kumla kaplanmış dar bir yoldan devam ettik. Başka araç sesi duyulmuyordu. Radyo çekmemeye başladı. Bu bile başlı başına bir heyecandı. Büyük kum tepelerinin ardından dalgalanan küçük kum tepelerini izlerken bir yandan da telefondan çaldığımız şarkıyı mırıldanıyorduk. Sonny & Cher ‘I got You Babe..’
Yaklaşık yarım saat sonra otelimize vardık, lobide ikram edilen deve sütü ve hurmanın tadına bakıp dinlenmek için odamıza geçtik. Çölde gün batımını izlememiz için bir piknik ayarlanmıştı. Otelin şöförü ile anlaştığımız saatte buluşup ıssızlığın ortasına doğru yola çıktık. Zaten çölün ortasında etrafında hiçbir şey olmayan bir otelden daha ne kadar ıssız bir yere gidiyoruz diye düşünürken şöför bize çevreyi ve gideceğimiz yeri anlatmaya başladı. Burası aynı zamanda Star Trek filminin de çekildiği yermiş. Bir uzay filmi için ne kadar doğru bir yer diye düşünüyordum. Yol boyunca ilerlerken karşımıza bir tuz göleti çıktı. Yüzyıllar önce burada bir göl varmış ve geriye bu tuz tanecikleri kalmış. Yaklaşık yirmi dakika sonra büyükçe bir kum tepesinin yanına geldik.
‘Piknik alanını sizin için bu tepenin üzerinde hazırladık' dedi rehber.
Bir an tüm tepeler aynı geldi gözüme. Nasıl oluyor da hergün bu koca çölün içinde yolunu buluyordu? Araçla bizi tepenin üzerine çıkardı. Minderler, içecekler ve piknik sepeti bizi bekliyordu.
Sonra ‘bana ihtiyacınız olursa heme aşağıda olacağım’ diyerek yanımızdan uzaklaştı. O kadar romantik ve muhteşem bir andı ki! İçimdeki kız çocuğu buna bayılmıştı. Bu güzel anın fotoğraflarını çekmeye başladık. Kum tanecikleri ayaklarımızın altından kayıyordu. Rüzgarla dans ederek koşuyordum. Kalbimde hissettiğim en güçlü duygu neşe ve mutluluktu. Herşey çoktu.
Güneş yavaş yavaş ufukta kızıllaşmaya başladı. Batışını izlemek için birbirimize yaslanarak kumların üzerine oturduk.
Sonra bir şey oldu. Kocaman bir sessizlik başladı aramızda. Önce ben sonra herşey sustu. Etrafta bizden başka bir şey yoktu. Uçsuz bucaksız çölün ortasında birbirini takip eden kum tepelerinden ve gökyüzünün beyazlığından başka hiçbir şey görülmüyordu. Bir ağaç, bir ot lekesi dahi yoktu. Kuş uçmuyor, kervan geçmiyordu. Başımı nereye dönsem aynıydı. Yön kavramım kaybolmuştu.
Sessizliğin meğer çok güçlü bir sesi varmış. Kendini dinletirmiş insana. Elimle ittiğim kum tanecikleri bile sanki boşluğa çarpıp ufukta yankılanıyordu.
Ne yemyeşil palmiye ağaçları ne o çok sevdiğim mavilik.
Bir şey hissettim içimde. Çölün yalnızlığının ardında büyük bir anlam vardı. Boşuna buralarda aşkı aramamışlar dedim.
Boşuna aşkı hiçlikte bulmamışlar.
Güneş ufukta kaybolurken toprağın kızıllığı da soldu. Her yer bir anda bej bir buluta dönüştü. Gök ve yer bir oldu. Sanki sonsuz bir beyaz boşlukta tek bir noktaydık. Ve zaman diye bir şey yoktu. Ölüm de böyle olsa gerek. Yok olurken var olmak. Ne kadar alışmışız çokluğa. Hep bir ses, hep bir hareket. Daha önce hiçbir şeyin olmadığı bir yerde bulunmamıştım belki de o yüzden onu hiç aramadım. En yalnız kaldığım anda bile aslında ne kadar kalabalıkmışım.
Hava iyice kararıncaya kadar öylece oturduk kumlarda ama hiç konuşmadık. Ne gördün diye sordum Mustafa’ya?
Bana ‘doygunluk’ dedi. Ben hiçliği gördüm, o hiçlikteki doygunluğu. Aslında ikisi de aynı parçanındı. Onu ruhum belki bu yüzden bu kadar çok sevdi..
O gün batımında içimde bir kuş kanatlandı. 'Özgürlük her istediğini yapabilmek değil istemediğini yapmamaktır' derler. Benim de bir yanım özgür kaldı. Asıl mesele birşey olmak değil hiç olmaktı.
Sonsuzluktu çöl, hiçlikti gökyüzü. Var olduklarından beri ayrıydılar. Sonra bir gün güneş battı ve aşıklar kavuştular..